11-HUD

8- Ve eğer bunlardan sayılı (yani sayısı belli olan az bir kısmına, yahut belli) bir süreye kadar azabı ertelersek, o zaman da kesinlikle: "Onu ne durduruyor?" diyecekler. Yani "Allah kâfirlere azap edecekmiş de peki şu birkaç azılı kâfire ne diye azap etmiyor?" diyecekler. Azap etmediğine göre, "Eğer siz tevbeden yüz çevirirseniz sizin için o büyük günün azabından korkarım." gibi tehditler demek ki, boş şeylermiş, diyerek ve zaman zaman da alay ederek o azabın acele olmasını istiyecekler. İyi bil ki, o azap onlara geleceği gün, geri çevrilecek değildir, gelip çattıktan sonra onlardan uzaklaştırılacak değildir. Ve alay edip durdukları o şey kendilerini kuşatmış olacaktır.

9- Gerçekten Biz, insana (yani en iyi işi ortaya koymak için imtihan vermek üzere yaratılmış olan insan cinsinden herhangi birine) tarafımızdan bir nimet, bir rahmet tattırır da sonra onu ondan çekip alırsak şüphe yok ki, o insan ümitsizliğe düşer ve nankörlük eder. Gelecek hakkında bütün ümidini yitirir. "Allah yine verir." demez. Geçmişi de hemen unutur. "Bugün vermediyse dün vermişti." deyip şükretmez. Büsbütün nankör biri oluverir. Daha önce verilmiş olan nimetlerin hepsini toptan inkâr etmeye varıncaya kadar ileri gider. Günaha girer, tevbe ve istiğfar etmek hatırına gelmez.

10- Ve şayet ona dokunmuş olan bir sıkıntıdan sonra ona hoş bir nimet tattırıverirsek, mesela hasta iken iyileşir, fakir iken zenginleşiverir, zayıf iken güçlenir, vazifeden azledilmiş iken yeniden önemli bir göreve atanırsa Kesinlikle şunu der: "Bütün o kötülükler benden uzaklaşıp gitti". Bir daha başına hiç sıkıntı gelmeyecek zanneder. Artık o ferih ve fahurdur. Sevinçlidir ve şımarır. Allah korkusu hatırına bile gelmez olur. Ferahlanır ve gururlanır. Verilen nimetin hakkını eda edecek ve şükredecek yerde, onunla şuna buna caka yapmaya başlar. Hasılı insan dünyada nimetten veya zorluktan boş kalmaz, bolluk veya yokluk içinde ömür sürer: Bazan yoklukla imtihan olur, bazan bollukla imtihan olur. Ve insanoğlu yaratılıştan gelen bir özellikle rahmetten, nimetten hazzeder, onun kaybından dolayı da üzüntü duyar, acı çeker. Her iki halde rahmetten Rahmân'ı, rahmetin elden gidişinden de yine Rabbin gazap ve azabını düşünerek, gereğince hareket edip ahiretini düşünmek, en iyi davranışı ortaya koymak lazım gelirken, insan cinsinde öyle "zalum ve cehul" bir ruh hali vardır ki, çokları nimeti düşünür de nimeti vereni düşünmez. Nimet veya sıkıntının esas gayesini ve hikmetini gözardı eder. Onun hikmetiyle ilgilenmez, nimet tecrübesi gördüğü halde o nimet elinden alınınca hemencecik her şeyi unutur, bir karamsar ve bir nankör oluverir çıkar. Buna karşılık yokluk ve sıkıntı tecrübesi gördüğü halde bir nimet tadınca, bir daha hiç acı görmeyecekmiş gibi ve o nimet sırf kendisinin emeği ve icadı imiş gibi, artık geleceğinden emin olarak ferahlanır, iftihar eder, şımarır, kibirlenir ve böbürlenir. İşte daha yukarıda sözü edilen, Kur'ân'la ve kutsal şeylerle alay etme psikolojisi de bu ruh hali ile ilgilidir.

 Ana Sayfa