11-HUD

115- Ve sabreyle, bu emirlerin icra ve ifası sırasında karşı karşıya kalacağın acılara katlan ve zalimlere karşı nusreti ve başarıyı hiç acele etmeden bekle. Çünkü muhakkak ki, Allah iyilik edenlerin ecrini zayi etmez. İyilik yapanların emeğini boşa çıkarmaz, bu muhakkak. Görülüyor ki buradaki sabır emri ile Yunus Sûresi'nin sonundaki "Sen sana vayolunan şeye uy ve sabret." (Yunus 10/109) emrine bir defa daha vurgu yapılarak, burası o icmalin bir tafsili ve bir tavzihi (bir ayrıntısı ve açıklaması) olduğu anlatılmıştır. Bunun üzerine geçmiş ümmetlerin ardarda azaba uğratılmalarının sebepleri özetle bir kere daha hatırlatılıyor. Böylece Muhammed ümmetini aydınlatmak ve Resululah'ı teselli etmek siyakında buyuruluyor ki:

116- Şimdi sizden önceki çağlardan yeryüzünde fesattan engelleyen bazı bakiyye sahipleri bulunsaydı (yani, Musevi ve İsevi gibi eski dinlere mensup olanlardan bakiyyeye hizmet eden, dindar, hayra yarar, faziletli gruplar bulunsaydı) da yeryüzünde bozgunculuğa engel olsalard Ancak içlerinden kurtuluşa erdirdiğimiz pek az kimselerden başkası yoktur. İçlerinden o zulüm yapanlar ise, (yani, azınlıkta olan o kurtulmuşları dinlemeyip bilfiil fesat yaparak veya kötülükten vazgeçirme görevini terkederek, kendilerine zulmetmiş, kendi helaklerine sebep olmuş olanlar ise) refahla zevk arkasına düştüler. hep mücrim oldular. İşte daha önceki çağlarda helak olan kavimlerin helaklerine sebep olan şey başlıca bu ikisidir: Birincisi içlerinde fesattan engelleyecek faziletli bir cemaatın bulunmayışı, bulunsa bile yetersiz kalışıdır. Birisi de refaha ermiş olanların zevk ve safa düşkünlüğü ve bu suretle halkın baştan çıkmasına sebep olmaları.

117- Yoksa ahalisi muslihler, (yani salih ve ıslahtan yana kişiler) olan bir memleketi durup dururken, Rabbinin haksız olarak helak etmesi olur şey değil. Hak etmeden helak olmaz. Yani, bir memleketin gerek idare eden ve gerek edilen ahalisi, zulme ve bozgunculuğa meydan vermeyen salih ve ıslahatçı kimseler iken, Allah herhangi bir zulüm ile o memleketi helak etmez. Böyle bir ihtimal yoktur. Allah'ın kendisi zalim olmaktan münezzeh olduğu gibi, ahali iyiliği ve ıslahatı sürdürdüğü müddetçe zaten zulmetme niyetinde olanlar da zulüm ve haksızlık için meydan bulamaz. Bunun için salih olmak kâfi gelmez, ayrıca muslih olmak da gerekir. Allah, memleketleri, ancak halkları ıslahkar "ahalisi ıslahat yapan kimseler" oldukları sürece helak etmez. Hakkın ihlak edişi, ancak memleket ahalisinin ıslahattaki eksiklikleri, zulüm ile fesadın meydan almasına sebebiyyet vermeleri yüzündendir. Nitekim "İçimizde salihler varken yine de helak olur muyuz?" diye Resulullah'a sorulduğunda, o da "Evet, eğer hubüs, (yani pislik) çoğalırsa" diye cevap vermiştir. (Maide, Sûresi'nde "Ey iman edenler, size düşen kendinizi düzeltmektir. siz doğru yolda olduğunuz sürece yolunu şaşırmışlar size zarar veremezler." (5/105), Enfal Sûresi'nde "Öyle bir fitneden korkun ki, içinizden yalnızca zulüm yapanlara dokunmakla kalmaz...(8/25) âyetlerine bkz.) Hud Sûresi'ndeki bu âyetin bir benzeri de En'âm Sûresi'nde geçmişti, fakat orada "Bunun sebebi, Rabbinin, bir memleket halkını gaflette oldukları bir halde, haksız yere helak etmeyişidir." (6/131) buyurulmaktadır. Bunun bir benzeri de ilerde Kasas Sûresi'nde gelecektir ki, orada da "Rabbin memleketlerin ana merkezine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe onları helak etmiş değildir. Biz o memleketleri, halkı zalim olmadıkça helak edecek değildik." (Kasas, 28/59). Bu son âyet gafletin mânâsını açıkladığı gibi, ıslahatın karşıtının da zulüm ve haksızlık yapılması demek olduğunu ortaya koyar.

118- Bununla beraber Rabbin dileseydi, elbette insanların hepsini bir tek ümmet yapardı. "İnsanlar bir tek ümmetten başka bir şey değillerdi" (Yunus, 10/19) âyeti gereğince zaten balangıçta hepsi bir tek ümmet ve bir tek aile idi. Âdem ailesi idi. Sonra dileseydi hepsini hakka hidayet ederdi, İslâm üzerinde birlik ve beraberlik halinde tutardı, ihtilafa, anlaşmazlığa, bölünüp parçalanmaya izin vermezdi. Sonuna kadar bir tek millet, tevhid inancı üzere giden bir tek cemaat yapardı. Halbuki öyle yapmamış da sürekli olarak anlaşmazlıklar çıkarıp duruyorlar. Demek ki, Allah Teâlâ, hepsinin bir ümmet olmasını dilememiş. Hepsine tevhid inancını ve doğruluğu emretmekle beraber, ihtilaflara imkân bırakmış da çeşitli zevkler, çeşitli tutkular ve farklı isteklerle Hakk'a karşı çıkıp duruyorlar.

Ana Sayfa