2-BAKARA:
17-
"Mesel", aslında "misil" ve "nazîr"
yani bir şeyin benzeri, eşi mânâsınadır ki, "Kâmus" mütercimi "bektaş"
(eş, akran) diye göstermiştir. "Şebeh", "şibih", "şebîh" denildiği
gibi,
"mesel", "misil", "mesîl" denilir. İkinci olarak vaktiyle bir olay ve
bir
tecrübe münasebetiyle söylenmiş olup, "atalar sözü" diye dilden dile
dolaşan
güzel sözlere, "darb-ı meseller"e ad olmuştur. Çünkü bunların kaynağı
denilen
ilk hadiseler, üz e rine söylenilen son hadiseye benzer sayılarak
temsil
edilmiş bulunur. "Sütten ağzı yanan, yoğurdu üfler de yer." gibi.
Üçüncüsü
şaşılacak ve garib bulunacak tuhaf ve ibretli bir hale veya bir sıfata
veya bir kazıyye (önerme)ye ve hikayeye de "mesel" denilir ki, darb-ı
mesel
gibi, dilden dile dolaşmaya ve her yerde söylenmeye layık olduğu
cihetle
ondan istiare edilmiştir. Bu, sadece nakil ve hikaye olunur. Darb-ı
mesel
gibi her söylenişinde bir teşbih ve temsil mânâsı gözetilmez. Fakat ilk
söylenişi hakika t de olabilir, bir temsilî istiare de olabilir, buna
"destan"
da denir. "Dillere destan oldu." deriz. Destan şiirleri bundan
alınmıştır.
Bu mânâdan, delil ve hüccet mânâsına da gelir. Çünkü bu gibi meseller,
gerek bir nadir hakikat olsun ve gerek bir tahyil (akla getirme) ve
temsil,
yani sırf bir masal olsun bir yaygın şöhreti içerdikleri zaman, bazı
gerçekler
onlara benzetilerek söylenir. Mesela "Bu iş, kurt ile kuzu masalına
benzer."
denilir. Biriyle diğerine temsil edilerek delil getirilir. İşte
edebiyat
t a bir hakikati, diğer bir hakikate veya bir hayale veya meşhur bir
mesele
benzeterek örneğe ait bir şekilde ifade etmeye "temsil" adı verilir ki
teşbih veya istiare, hakikat ve mecaz kısımlarına ayrılır.
Edebiyatta
anlatma ve cazibe nokta-i nazarından
temsilin, beyan ile ilgili büyük önemi vardır. Çünkü çoğunlukla
akıllar,
kuruntuların müdahale ve saldırılarına maruz olduklarından, gizli
düşünceleri
iyice anlamaktan mahrum kalırlar. Temsil ise, kuruntuları akla bağlar
da,
hakikati, cahil ve anlayışı k ıt kimselere bile anlatmaya sebep olur.
Çünkü
temsil, ince ve düzenli gizli düşüncelerin perdelerini atarak, onları
açık
hissedilen şeyler kisvesi içinde açıklar, tanınmadık şeyleri tanınmış,
görülmedik şeyleri görülmüş gibi ortaya çıkarır ve anlatır. İş b unun
yerini
bilmek ve güzel kullanabilmektir. Zamanlar olmuş ki, geçmiş dinlerin
akla
uygun düşüncelerinin ruhu, karinesiz temsiller ile anlatılmış ve
yayılmış;
temsili, tersîm (resmetme) ve tecsîm (cisimlendirme) ile semboller de
takip
etmiş ve bu şekild e ruhlar unutulup, putlara, sembollere tapılmıştır.
İşte İslâm dini âyetinde olduğu gibi imanı, hissedilen ve görülenden
önce,
doğrudan doğruya aklî ve kalbî olan gaybe ve hakikatin başlangıcı ve
sonucu
bulunan tek hakka dayayarak, insana ait ruhu mesel d en hakikate,
temsilden
tahkike yükseltmiş ve Kur'ân bu yükselmeyi temin için gerçekleri aklî
ve
kalbî değerleriyle sağlam bir şekilde açıkladıktan ve tebliğ ettikten
sonra,
o akla uygun düşünceleri temsiller ile de anlayışa yaklaştırmış ve
telkin
etmiştir. Ve bunu yaparken tahkik ile temsil arasına açık bir karine
koyarak,
doğru ile yanlışı birbirine benzemekten saklı tutmuştur. Bu sebeple
Kur'ân'ın
açıklama üslubunda tahkik karşılığında temsiller ve muhkemler
karşılığında
müteşabihler dahi bulacağız. İşte üslub-i beyanda tahkik ve temsil
üstünlüğüne
ilk olarak bu âyetten başlıyoruz. Bundan önce münafıkların halleri
tahkik
yoluyla tesbit edilmiş olduğu halde, şimdi de temsilî yönüne geçiyoruz.
Bundan ve bir sayfa sonraki âyetinden o kadar açık bir şekilde anlarız
ki, Kur'ân temsil üslubunu da içermekle gerçeklerini rümûz ve temsile
boğmamış,
zahirin hakkını hak, temsilin temsil olarak karine ile anlaşılmasını
tercih
ve temin etmiştir. Şu halde bu konuda sözlü ve duruma ait karine
bulunmayan
yerlerde çelişk i ile zata ait imkanı seçebilen akıl karinesinin
delaletine
başvurulur. Ve böyle bir temsil karinesi bulunmadıkça Kur'ân'ın zâhiri,
yalnız vehmî anlayışa ait uzak görme ile te'vil edilemez. Bakınız bu
âyette
temsil karinesi lafzan bile ne kadar açık ve çok t ur. şu halde bu esas
itibariyle bir teşbihdir. Ve "mesel"i, "mesel"e teşbihtir. Burada
"mesel",
şaşılacak hal, garib olay mânâsınadır. Yani bunların halleri ve
özellikle
hidayeti verip sapıklığı satın alma durumları şu ateş yakan ve ateş
yakanlar
kıss a sına benzer ki, birisi bir ateş yakmak istemiş ateş parlayıp da
yakanın etrafındaki şeyleri aydınlatınca Allah o kimselerin bütün
ışıklarını,
daha doğrusu göz nurlarını alıvermiş de onları karanlıkta bırakmış ne
aydınlık,
ne bir şey, hiçbir şey görmez olmuşlar, görmez bir durumda kalmışlar.
Ateş mi sönüvermiş? Bir hayli tefsirci öyle açıklamışlar. Fakat ateş
sönmeden,
aydınlık devam ederken Allah'ın, onların görecek göz nurlarını
alıvermiş
olması daha açık ve daha güzeldir. "Keşşâf tefsiri" sahibi "Yaratılışın
kastedilmesi en uygunudur." derken bunu seçmiş gibidir ki, devamı da
bunu
gösteriyor.