7-ARAF
SÜRESİ
198- Ve siz onları hidayete çağırsanız (yani
doğruluğa veya herhangi bir konuda size yardımcı olmaya veya sizi hakka iletmek
için rehberlik etmeye davet ederseniz), sizi işitmezler bile. Ey dinleyici! Sen
onları sana bakıyorlar görürsün halbuki görmezler. Karşılarında duran ve
görülebilen varlıklara bakarlar, ama görmeleri yoktur, basiretleri de yoktur.
Keşşaf müellifi gibi, bazı tefsir âlimleri bu ifadelerin yalnızca putlara ait
olduğunu sanmışlar ve demişlerdir ki, putlarına bir takım kıymetli taşlardan,
inci boncuktan göz manzarası veren şeyler takıyorlardı. Bu takdirde ise âyette
bir tekrar şaibesi söz konusu önceki benzerinin sadece tekrarı, başa vurmak gibi
bir tekid olacağından önceki âyet sırf bir başa vurma, ikincisi ise tapılması
caiz olanla olmayanı fark ettirmek amacına yöneliktir demişlerdir. Fakat
doğrusunu isterseniz âyetlerde tekrar yoktur. Çünkü o müşriklerin ortakları
yalnızca taptıkları cansız putlardan ibaret değildir. "Onlar da sizin gibi
kullardır." âyetinde de ihtar olunduğu üzere, önceki âyet, müşriklerin
taptıkları cansız putlar açısından, bu kısım içindeki benzer âyet, müşriklerin
taptıkları ve tanrı yerine koydukları reisleri açısından geçerlidir. Gerçekten
de Mücahid, Hasan Basrî ve Süddî, buradaki "ted'ûhüm"ün "hüm" zamirlerinin
küffara ait olduğunu söylemişlerdir ki, zahir olan da budur. Bunlar hakkında
"işitmezler, görmezler" buyurulması da kulaklarına laf girmez, gözleri görse de
akılları ermez demektir. Bu noktada biz bir mânâ daha seziyoruz ki, o da şudur:
Allah'tan başka kendisine tapınılan şeylerin hiç birisi, karşısında kendisine
ibadet eden bir kulun iç dünyasında çalkalanan acılarını, gönlünden geçen arzu
ve isteklerini, ümit ve dileklerini işitmez ve görmez. Bir hasta yatar kıvranır,
karşısına bütün sevdikleri toplanır, ona bakarlar, fakat o hastanın neler
çektiğini ve gönlünden neler geçirdiğini gerçek yönüyle ne görürler, ne de
anlarlar, ne de gerçek anlamda ona yardım edebilirler. Şu halde karşılarındaki o
hastayı gerçek anlamda görüyor ve işitiyor değillerdir. İşte Allah'tan başka
tapılanların hali budur. Bu açıdan onların hepsi birer put ve heykel gibidirler.
Hiçbirinden doğrudan doğruya bir yardım gelmesi söz konusu değildir. Allah ise,
semî ve basîrdir, gaybların bilicisidir yani, hakkiyle gören, işiten ve gaybleri
bilendir. Bundan dolayı Allah'tan başkasına tapınmak boştur, batıldır ve hiçtir.
Allah da her şeyin Rabbi olmakla beraber, iyilere, yaratılıştan gelen fıtrî
özellikleri ve kabiliyetleri bozulmamış olan iman ve güzel huy ehline dost olur.
Bundan dolayı şirk geleneğinin, fıtrat ve akıl açısından nasıl tutarsız bir şey
olduğu açıkça ispat edildikten sonra en büyük kurtuluşu ve bütün ahlâk
güzelliklerini içine alan şu âyetle Hz. Peygamber'e buyuruluyor ki: