3-AL-İ İMRAN
138- İşbu "gelip geçmiştir." hatırlatması ve gerisi, bütün insanlara bir çeşit açıklama ve fakat yalnız Allah'dan hakkıyla korkanlara doğru yolu gösterme ve öğüttür. Gereğince korunmak karakterine uymayanlar, akıllarını başlarına alamazlar. Mev'ıza (öğüt), din yolunda layık olmayan şeylerden yasaklamayı ifade eden söz demektir.
139- "Eğer hakikaten inanıyorsanız muhakkak üstün olan sizsinizdir." Uhud harbinde müminlerin bir kısmı bozulunca, o zaman düşman komutanlarından olan Hâlid b. Velid dağı tutmak istemiş, Resulullah da: "Sakın üzerimize yükselmesinler. Ya Allah, bizim kuvvetimiz ancak seninledir." demişti. Bu âyet de o zaman indi diye rivayet edilmiştir. Kurtubî tefsirinde anlatıldığı üzere gerçekten Uhud'dan sonra Peygamberimiz zamanında Muhammed ümmeti hangi seferde bulundularsa muhakkak başarılı olmuşlar, ondan sonra da sahabeden bir kişi bile bulunan her İslâm ordusu da öyle olmuştur.
140-141- "Eğer
size bir yara dokunmuşsa, o topluma da
benzeri bir yara dokunmuştur." "Karh" yara demektir. Uhud savaşında
Muhacirlerden beş kişi (yani Peygamberimizin amcası Hz. Hamza b.
Abdülmüt-talib, Resulullah'ın sancakdarı Mus'ab b. Umeyr,
Peygamberimizin amcaoğlu Abdullah b. Cahş, Osman b. Şemmas, Utbe'nin
kölesi Sa'd), Ensar'dan da yetmiş kişi şehid olmuşlardı. (Allah
hepsinden razı olsun).
Başlangıçta Bedir harbinde kâfirler ordusundan
yetmiş kişi öldürülmüştü. Uhud'da İslâm ordusu bine yakın olduğu gibi,
Bedir'de kâfirler ordusu da bin kadardı. Bundan başka Uhud savaşında
müslümanlar Resulullah'ın emrine muhalefet olmazdan önce düşmandan
bayraktarlarıyla beraber yirmi küsür kişiyi öldürmüşler ve birçoklarını
yaralamışlar ve oklarıyla bir hayli hayvanlarını da tepelemişlerdi.
Bazı tefsirciler bu mukayeseyi yalnız Uhud harbine tahsis etmişlerse
de, tefsircilerin çoğunluğunun açıkladığı üzere âyet Uhud ile Bedir'in
karşılaştırılması hakkındadır. Yani düşmanlar Bedir savaşında
verdikleri ölü, gördükleri yenilgiden dolayı gevşekliğe ve güçsüzlüğe
düşmeyip Uhud saldırısına hazırlanmış oldukları halde, siz onlardan
daha yüksek iken nasıl olur da gevşekliğe ve güçsüzlüğe düşer,
üzülürsünüz ve bundan sonra da cihada hazırlanmazsınız?
O günler, o zafer ve üstün gelme günleri yok mu? Biz onları insanlar arasında tedavül ettirir, döndürür, dolaştırırız. Kâh filanların lehine çeviririz, kâh da filanların.
Nitekim:
Mesela işbu "Allah iman edenleri bilsin.",
1- Temsille yorumlanmıştır ki, iman üzere sabit olan ihlas sahiplerini görüp bilmek isteyen şefkatli bir sevgili muamelesi yapmak demektir.
2- Burada ilim, sebebiyyet (sebep olma) ve müsebbebiyyet ilgisiyle temyizden mecazdır ki, imanları kuvvetli ve sabit olanları diğerlerinden ayırd etmek demek olur. Nitekim: "Allah müminleri, şu üzerinde bulunduğunuz halde bırakacak değildir, pisi temizden ayrılacaktır." (Âl-i İmrân, 3/179) buyurulmuştur.
3- İlim, kendi hakiki mânâsıyladır. Fakat bilinenle ilgi durumlarını ayırt etmek gerekir. Bir şeyle varlığından önce bilginin ilgisi durumuyla, bizzat varlığından sonraki ilgisinin durumu arasında fark vardır. Bunun için kelamcılar demişlerdir ki, Allah'ın ilmi kadîm (ezelî) olduğu halde tealluku (ilgisi) hâdis (sonradan olma) olabilir. Ve Allah'ın ilminin olaylara iki ilgisi vardır: Biri, var olmadan önceki ilgidir ki, ezelidir. Allah Teâlâ ezelde "her şeyi bilen" dir. İkincisi, varlığından sonra lâyezal (zevalsiz, sonsuz) da ilgisidir ki, Allah Teâlâ sonsuzda her şeyi varlığından sonra, mevcut veya fânî olarak da olduğu gibi bilir. Ve bu fark, Allah'ın ilminde bir değişme değil, bilinenin halinde bir değişme ifade eder. Ve bununla Allah'ın ilminin tahakkuk (gerçekleşme) ve sabit olması ortaya çıkar. Şu halde bu mânâca ilim, tahakkuk ve icat (yaratma) mânâsıyla yakından ilgilidir.
4- İlim, lâziminden mecazdır ki, ceza veya mükafat
mânâsınadır. Nitekim dilimizde: "İyiliği et, denize at, balık bilmezse
Hâlik (yaratıcı) bilir." atasözünde, "Halik bilir" demek, "o takdir
eder, mükafatını verir" demektir ki, O'nun mükafatı, en büyük rızadır.
Birçok âyetlerde ilmin bu mânâya geldiği de olmuştur. Nitekim "Allah
için yaptığınız her harcamayı, yahut adadığınız her adağı Allah bilir."
(Bakara, 2/270) bu kabildendir. Üçüncü mânâ çok ince ve pek felsefî
olduğu için, ikinci ve dördüncü mânâlardan birisi, genel bir bakışla,
daha açıktır. den buraya kadar olan âyetlerin meâllerinin özeti şu
oluyor ki: "Allah Teâlâ bu dine yardım vaad etmiştir. Eğer siz
gerçekten müminler toplumundan iseniz, biliniz ki, Uhud vakası bu hâl
üzere kalmıyacaktır. Devlet, müslümanların olacak ve onlar sonunda
düşmanları istila edeceklerdir. Zaten dünyanın acıları ve tatlıları
sonsuz ve halleri devamsızdır. Ebedî saadet ahirettedir.
Ebu Hayyan tefsirinde nakledilir ki, hafızın birisi, âyetini okurken, dili fasih Araplardan birisi dinlemiş, o herhalde "O günleri Araplar arasında döndürüp dolaştırırız." olacak demiş. Kendisine: "Hayır dir", denilince, "Yani biz Allah içiniz ve O'na dönücüyüz, Ka'be'nin Rabbine yemin olsun ki Arabın devleti elden gitti." demiş ve bu âyetten İslâm devletinin sırf Araba mahsus olmadığını ve bütün toplumlar arasında bir döndürülmeye namzed bulunduğunu lisan kuvveti ile anlamıştır.